Bab-ı Âli Susunca İstanbul Sustu..!
Gazetecilik bir meslek değil, bir terbiyeydi. O terbiye Bab-ı Âli'de yetişirdi; gazeteler taşınınca sadece binalar değil, bir kültür de kayboldu…
Kurşun Satırların Ağırlığı...
1970’lerin, 80’lerin Bab-ı Âli’si; kalemi ağır, sözü doğru, vicdanı sağlam insanların yeriydi.
Gazetecilik orada öğrenilirdi:
Bir haberi doğrulatmadan basmak, hem okuyucuya hem de kendi vicdanına ihanet sayılırdı.
O yüzden kurşun satırların ağırlığı vardı; yazdığın her kelimenin bedeli olurdu.
Haber; bir söylenti değil, belgesiyle kanıtlanmış bir gerçekti.
Köşe yazısı; bir dedikodu değil, birikimin yansımasıydı.
Bab-ı Âli’de gazeteci olmak, önce ustaların çıraklığından geçmekti.
O ustalar ki; gece yarısı Cağaloğlu’nun dar sokaklarında matbaanın önünde bekler, bir manşet için sabahlardı.
Taşınan Sadece Gazeteler Değildi...
Sonra gazeteler birer birer taşındı.
Cağaloğlu’nun ışıkları söndü, matbaa tıkırtıları sustu, Bab-ı Âli sokaklarında sigara dumanına karışan tartışmalar bitti.
Gazeteler plazalara taşındı, ustalar ise tarihe karıştı.
Yerlerini, ne yazık ki “gazetecilik” kelimesinin ağırlığını bilmeyen, telmaşa gazeteciler doldurdu.
Bir haberin peşine günlerce düşen o emektar muhabirlerin yerini, hazır bülten kopyalayan masa başı muhabirler aldı.
Bab-ı Âli sustu… Ve aslında İstanbul sustu.
Bir Kültürün Çöküşü!
Gazetecilik sadece bir iş değildi; bir kültürdü, bir onurdu.
Şimdi bakıyorum da…
O dönemdeki saygı, o dönemdeki etik kurallar, ustaların meslek onuru yok artık.
Bir dönem basılan gazeteler 3,5 milyon adetti.
Bugün, 200 bin bile basılmıyor; onun da yarısı iade…
Okuyan azaldı, yazan azaldı, düşünen azaldı.
Bab-ı Âli’nin sustuğu gün, sadece bir sokak değil, bir nesil de kayboldu.
Sağlıklı kalın...