Her 24 Temmuz geldiğinde, kimi “Türkiye'nin tapusudur” diyerek gururla sahiplenir; kimi “Lozan’da kaybettiklerimiz hâlâ içimizi acıtıyor” der. Ama gerçek şu ki, bu antlaşma bir milletin bağımsızlık mücadelesini taçlandıran diplomatik bir meydan okumadır.O günlerin şartlarını bilmeden Lozan’ı anlamaya kalkmak, suskun bir tarihe bağırmak gibidir. Osmanlı, Birinci Dünya Savaşı sonrası paramparça olmuş; Sevr dayatmasıyla adeta bir ölüm fermanı önüne konmuştu. İşte tam da bu tablo karşısında Mustafa Kemal Paşa'nın önderliğinde başlatılan Kurtuluş Savaşı ve ardından gelen Lozan görüşmeleri, yeni bir devletin sınırlarını ve karakterini belirlemiştir.Ancak...Lozan'da Musul’u alamadık. Kıbrıs’ın elimizden nasıl kaydığı bir başka soru işareti. Batı Trakya Türkleri, Ege adaları... Ve belki de en önemlisi: Kapitülasyonlara dair uzlaşılar ne ölçüde bizim lehimizeydi?Öyleyse bir kez daha soralım:
Lozan bir zafer mi, yoksa susturulmuş bir idealin diplomasideki şekli mi? Lozan 102 Yaşında – Zafer mi, Taviz mi?Lozan Antlaşması, Osmanlı’nın ölüm fermanı olan Sevr’in çöpe atılması anlamına geliyordu. Bir anlamda, masada yeniden doğmuştuk. İsmet Paşa’nın deyimiyle “silah arkadaşlarımızın süngüleriyle açtığı yolu, kalemimizle mühürledik.”Ancak bu kalemin ucu ne kadar keskindi, işte mesele burada...Musul meselesi masada çözülemedi, İngiliz oyunu ile Milletler Cemiyeti’ne bırakıldı ve o dosya orada Türkiye’nin aleyhine kapandı.
Kıbrıs, 1878’de İngiltere’ye “geçici olarak” bırakılmıştı. Lozan'da ise Ada'nın İngiltere’ye ait olduğu resmen tanındı.
Ege Adaları, burnumuzun dibinde olmasına rağmen Yunanistan’a verildi; üstelik silahsızlandırma şartına rağmen, bugün adalar silah deposu hâline getirildi.Peki ya Batı Trakya Türkleri? Azınlık hakları adı altında mübadele dışında bırakıldılar ama sonraki yıllarda kültürel ve ekonomik baskılarla eritilmeye çalışıldılar.Lozan'da elde ettiklerimiz kadar, kaybettiklerimiz de vardı.
Ama şunu da unutmamak gerekir: Lozan masasına “mağlup bir halk” değil, işgalcileri Anadolu’dan süpürmüş bir millet olarak oturduk. Bu başlı başına büyük bir diplomatik psikolojik üstünlüktü.
Yani, hem mazlumduk hem muzaffer. Lozan’ın kıymetini anlayabilmek için o günkü dünya konjonktürünü bilmek gerekir. 1918’de tamamen parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden doğan bir cumhuriyetin, dünya sahnesine dik durarak çıkması, başlı başına bir başarıdır.Ancak bu başarı, eksiksiz bir zafer değildir. Tarih susmaz. Lozan’ı kutsallaştırmak da, yerin dibine sokmak da sağlıklı bir bakış açısı değildir.Biz gazeteciyiz. Bizim görevimiz, kutsal metin yazmak değil; sorular sormaktır.
Bugün hâlâ Musul için, Ege için, Trakya için içimizi yakan sorular varsa, bu Lozan’ı değil, Lozan’dan sonraki siyaseti sorgulamak gerektiğini gösterir.O hâlde bu yazının sonunda aynı soruyu soralım:Lozan 102 yaşında. Zafer mi, Taviz mi?
Cevabı geçmişte değil, gelecekte aramak gerekir.Sağlıklı kalın…
Lozan bir zafer mi, yoksa susturulmuş bir idealin diplomasideki şekli mi? Lozan 102 Yaşında – Zafer mi, Taviz mi?Lozan Antlaşması, Osmanlı’nın ölüm fermanı olan Sevr’in çöpe atılması anlamına geliyordu. Bir anlamda, masada yeniden doğmuştuk. İsmet Paşa’nın deyimiyle “silah arkadaşlarımızın süngüleriyle açtığı yolu, kalemimizle mühürledik.”Ancak bu kalemin ucu ne kadar keskindi, işte mesele burada...Musul meselesi masada çözülemedi, İngiliz oyunu ile Milletler Cemiyeti’ne bırakıldı ve o dosya orada Türkiye’nin aleyhine kapandı.
Kıbrıs, 1878’de İngiltere’ye “geçici olarak” bırakılmıştı. Lozan'da ise Ada'nın İngiltere’ye ait olduğu resmen tanındı.
Ege Adaları, burnumuzun dibinde olmasına rağmen Yunanistan’a verildi; üstelik silahsızlandırma şartına rağmen, bugün adalar silah deposu hâline getirildi.Peki ya Batı Trakya Türkleri? Azınlık hakları adı altında mübadele dışında bırakıldılar ama sonraki yıllarda kültürel ve ekonomik baskılarla eritilmeye çalışıldılar.Lozan'da elde ettiklerimiz kadar, kaybettiklerimiz de vardı.
Ama şunu da unutmamak gerekir: Lozan masasına “mağlup bir halk” değil, işgalcileri Anadolu’dan süpürmüş bir millet olarak oturduk. Bu başlı başına büyük bir diplomatik psikolojik üstünlüktü.
Yani, hem mazlumduk hem muzaffer. Lozan’ın kıymetini anlayabilmek için o günkü dünya konjonktürünü bilmek gerekir. 1918’de tamamen parçalanmış bir imparatorluğun küllerinden doğan bir cumhuriyetin, dünya sahnesine dik durarak çıkması, başlı başına bir başarıdır.Ancak bu başarı, eksiksiz bir zafer değildir. Tarih susmaz. Lozan’ı kutsallaştırmak da, yerin dibine sokmak da sağlıklı bir bakış açısı değildir.Biz gazeteciyiz. Bizim görevimiz, kutsal metin yazmak değil; sorular sormaktır.
Bugün hâlâ Musul için, Ege için, Trakya için içimizi yakan sorular varsa, bu Lozan’ı değil, Lozan’dan sonraki siyaseti sorgulamak gerektiğini gösterir.O hâlde bu yazının sonunda aynı soruyu soralım:Lozan 102 yaşında. Zafer mi, Taviz mi?
Cevabı geçmişte değil, gelecekte aramak gerekir.Sağlıklı kalın…