Küskün Şehir, Sessiz İnsanlar
Bir zamanlar umut dolu bir şehirdi İstanbul. İnsanlar ellerinde küçük bavullarla gelir, ışıklarına bakınca kendi geleceğini görürdü. Ama bu şehir kimseye kolay yüz vermezdi. Kimi şöhretin, kimi ekmeğin peşinde kayboldu gitti. Kimi sustu, kimi konuşamadı, kimi de bir daha geri dönmedi.
Bugün İstanbul küskün bir şehir…
Ekonomileri çöken aileler darboğazda, geçim sıkıntısı zirve yaptı.
Boşanmalar arttı, evliler çocuk yapmaktan vazgeçti.
Fuhuş çoğaldı, umut azaldı.
Her şey arapsaçına döndü.
Hastaneler dolup taşıyor;
hasta kadar yorgun da doktorlar.
Kuyrukta bekleyen insanların yüzünde umut değil, sabır çizgileri var.
İstanbul hasta artık...
Caddeleri, trafiği, insanı, ruhu...
Bir yanda siren sesleri, öte yanda çaresiz bir sessizlik.
Emekliler parkta oturuyor;
ceplerinde bir çay parası anca var.
Sorduğunda omzunu silkerek cevap veriyor biri:
“Yaşıyoruz işte… atın kıçındaki sinek gibi.”
Bu cümle, aslında bir dönemin özeti.
Ne gülmek var yüzlerde, ne de umut pencerelerde.
Ama yine de sabah olur.
Yine insanlar yollara düşer,
metrolara, otobüslere, vapurlara doluşur.
Çünkü hayat, her şeye rağmen devam eder.
Çünkü bilirler ki:
Dümenini iyi tutan kaptan olur.
İstanbul’un küskünlüğü belki bitmez,
ama sessiz insanları hâlâ ayakta tutan bir şey var:
Yaşama direnci.
Ve bu şehir…
Her sabah yeniden doğar,
her akşam yeniden susar.
Ama bir yerlerde, bir bankta, bir vapur iskelesinde
hâlâ direnen bir yürek atar sessizce:
“Ben hâlâ buradayım.”
Sağlıklı kalın…