Kadın, Zeytin ve Direniş

Toprağın bağrında kök salmış bir zeytin ağacı…
Binlerce yılın tanığı. Göçlerin, savaşların, türkülerinin sessiz hafızası. Şimdi bir kepçenin demir dişleri önünde, köylü kadınların kollarına sığınmış halde.

Başörtülü, yorgun ama dimdik kadınlar…
Kimi gövdesine sarılmış, kimi dalına tırmanmış, kimi ellerini göğe kaldırmış. Çünkü o ağaç, sadece bir ağaç değil; ekmek demek, su demek, çocuklarına yedirdikleri zeytin, çorbaya kattıkları yağ demek. Düğünde dağıtılan, cenazede yakılan kandilin ışığı demek.

Homeros’un dizelerinde “ölümsüz ağaç”tır zeytin. Athena’nın insanlığa armağan ettiği, barışın ve bereketin simgesi. Onu kesmek, bir zamanlar Atina’da en büyük suç sayılırdı. Bugün Ege’nin köylerinde kadınlar, aynı yasayı kendi bedenleriyle yazıyor. Karya’nın Amazon ruhlu kadınları gibi, toprağın ana tanrıçaları gibi.

Kepçe, metalin, betonun ve hoyratlığın sembolü…
Kadın ise sabrın, emeğin ve direncin.
Biri ölümü çağırıyor, diğeri yaşamı.

Bir kadın ağacın gövdesine sarıldığında aslında kendi geleceğine sarılıyor. O kadınların ellerinde yeryüzünün kadim yasası var: Doğa olmadan insan olmaz.

Bugün Ege’de, Akdeniz’de köylü kadınların bedeni bir kale oldu. Ağacın kökleriyle kadının kolları birleşti, insanla doğa tek bir çığlıkta buluştu:
“Zeytinime dokunma, geleceğime dokunma!”

Metal paslanacak, kepçe bir gün duracak. Ama bu kadınların direnişi tarihin belleğinde kutsal bir heykel gibi kalacak. Çünkü bu topraklarda kadın, sadece çocuk doğuran değil; aynı zamanda zeytini, suyu, gökyüzünü de doğuran kutsal bir varlıktır.

Ve doğanın kalbi, bu köylü kadınların yüreğinde atmaya devam edecektir.

Sağlıklı kalın…