Duvar Diye Sırtını Bozuk Tuğlaya Dayama
Hayat insana çok şey öğretir; kimine dostun kim olduğunu kimiyle de dost bildiğinin aslında ne kadar sığ olduğunu…
İnsan yürürken yanında olana değil,
zorda kaldığında arkasında durana bakmalı.
Çünkü hayatın en büyük imtihanı, insanın yaslandığı duvarın sağlamlığıdır.
Bazıları vardır; dışarıdan bakınca kale duvarı gibidir:
Sözleri süslü, yüzü güleç, adımları yumuşak…
Sen de zannedersin ki,
“Buna sırtımı verdim mi, dimdik dururum.”
Ama öyle olmaz dostum.
Tuğla çürükse, üzerine boya da sürsen kokusu çıkar.
Günü gelir bir rüzgâr eser, bir fısıltı yayılır…
Bir cümle havada asılı kalır…
Sen de hiç beklemediğin anda yaslandığın duvarın hafif hafif oynadığını fark edersin.
Önce önemsemezsin;
“Her duvar biraz sallanır,” dersin.
Sonra bir bakarsın, o küçük oynamalar büyük çöküşün habercisiymiş…
Hayatımda bir defa değil, defalarca gördüm bunu.
“Seninleyim” diyenlerin, iş ciddiye binince görünmez oluşunu…
“Arkandayım” diyenlerin, ihtiyaç anında gölge gibi kayboluşunu…
İnsan o zaman anlıyor:
En büyük hatayı sırtını yanlış kişiye yaslayarak yapıyorsun.
Çünkü dost görünen çoktur,
dostluk eden az…
Duvar gibi duran çoktur,
yük taşıyan az…
Gerçek duvar;
seni tutandır, yere düşürmeyendir.
Bozuk tuğla ise;
içi boş, dışı parlak, gölgesi bol ama gövdesi çürük olandır.
İyi gününde öyle bir duvar gibi durur ki şaşırırsın!
Ama çökeceği gün, seni altında bırakmak için fırsat kolluyordur.
Bu yüzden, hayat bir kere daha fısıldar kulağıma:
Duvar diye sırtını bozuk tuğlaya dayama… sonra düşersen kalkamazsın.
Bir de şunu unutma:
Duvarın sert olmasını anlamak için, kafanı duvara vurma!
Birileri kafayı duvara vurmuş, kafayı yarmış…
Bir de üstüne kitap yazmış!
Sağlıklı kalın…