Bir Şarkı Çalıyor Gramofonda Senin İçin…

Bir şarkı çalıyor gramofonda-eski, çatlak bir kayıt; sesi dalga dalga yayılıyor odaya ve an be an geçmişin tozunu savuruyor. Biz de çoğu zaman böyleyiz: eski bir plağın etiketine bakıp, içindeki müziği dinlemeden hüküm veriyoruz. Kimine göre, neye göre… Etiketler hazır, sınıflar çizilmiş; insanı anlamadan sağa sola itiyoruz.

Büyük Üstad Münir Nurettin Selçuk’un hikâyesi aklıma gelince aynı duyguyu daha iyi anlıyorum: Bir tartışma, bir çıkış, bir kapı… Ve döndüğünde babası yok. O boşluğu kapatacak sözcük yoktur; geriye sadece bir ağıt, bir beste ve ‘dönülmez akşamın ufkundayım’ diyen bir melodi kalır. İşte o melodi, bize kaybetmenin ne demek olduğunu, ne denli ertelenmiş pişmanlıklar taşıdığımızı hatırlatır.

Bizim garip huyumuz-değer vermeyi hep kaybedince öğrenmek-hayatı zorlaştırıyor. İç dünyasını bilmediğimiz insanlara kolay kırıcı sözler söylüyor, incitici davranışlar sergiliyor, sonra şaşırıyoruz neden uzaklaşıyorlar. Tamir etmek istediğimizde fark ediyoruz ki bazı kırıkların yapıştırıcısı yok; sadece sessizlik ve vicdan var.

Gramofon metaforunu sevmemin sebebi bu: bir kez iğne plağa değdi mi, çalınan notalar geri gelmiyor. Aynı şekilde söylenen her söz, atılan her adım, açılan her kapı bir etki bırakıyor. Sesi kapatmak isteriz ama iğne yine bir iz bırakmıştır. Ve o izler-kedinin çizgileri gibi-hatıraların yüzünde kalıyor.

Belki çözüm, daha az etiket, daha çok merak: “Senin hikâyen ne?” diye sorabilmek. Merak etmek; yargılamak yerine dinlemek. Kırmadan önce durup düşünmek. Üstten bakmayı bırakıp birlikte oturup o eski kaydı, o çatlak melodiyi birlikte dinlemek. Belki anlamak zor olabilir; ama denemek, hiç denememekten iyidir.

Bir şarkı çalıyor gramofonda senin için-istersen sessiz kalma, kulak ver. Bir gün vakit geç olmadan sevdiklerini, komşunu, arkadaşını dinle; çünkü bazı şarkılar yalnızca bir kez söylenir. Ve o bir kez, bazen bütün hayatı değiştirir.

Sağlıklı kalın…